Yadımda Kalan Dağlar

Sanki bir masal yaşıyor gibi,
sihirli bir bulut sarmaladı da bizi, zaman içinde akıp gittik yollarda.
Hayal gibi, öyle bir hoş süreç geçirdik ki
sonrasında rüyadan uyanmış gibi bir müddet adapte olamadık hayatlarımıza.

Seyahatimizin mihenk taşı Annem.
Yolculuk, dede diyarlarına doğru.

Herşey ayrı,
herşey yabancı
ve geçmişte kalmış.
Yine de bir uzak akraba, bulur muyuz acaba?
Heyecanlıydık.

Azerbaycan.
Gözümden, yüreğimden, dilimden.
Gün gün defterimden.

Bakü’ye indiğimizde yollar, yol kenarları Cidde’yi hatırlattı.
Yol boyu beton, ferfoje, taş,
eski, yeni çitler, duvarlar.
Arkalarında genellikle müstakil evler, mahalleler.
Gizlemiş mahalleleri bu duvarlar yabancı gözlerden.
Sanki bir perde gibi.
Mahrem kılmış.

İlk intiba,
tertemiz yol kenarları.
Yol boyunca ne bir pet şişe, ne de bir poşet.
Bu temizlik böyle devam etti.
Seyahatimiz boyunca.
Köyde de, şehirde de.

İlk sabah uyandığımda gözüme çarpan Hazar denizi kıyısında, modern binaların yanında klasik bir Osmanlı tarzı cami oldu. Yeşillikler arasında. Bosna’ daki camileri andırıyor. Türk Genel Kurmayı yaptırmış. Bilhassa yolun karşı tarafındaki Millet Meclisi, televizyon binası gibi binalarla tezat içinde.

Yanlız, garip, muhteşem.

Bakü.
Ateşler ülkesinin, rüzgarlı şehri.
Başkent. Flame towers.
Büyük, heybetli binalar.
Müzeler.
Eski ile yeni,
modern ve klasik,
zengin ve fakir
iç içe harmanlanmış.
Gece ışıl ışıl.
Pırıltılı.

Gezmeye gelen misafirlerini,
Diğer gezilecek yerlerin yanında,

Şehrin içinde, etrafı surlar ile çevrelenmiş eski (kadim) şehir, iç şehir diye adlandırdıkları tarihi şehirde gezdiriyorlar.
Rehber eşliğinde
Yavaş, yavaş.
Bilgilendirerek.
Taş oymaları dikkat çekiyor.
Tarih kokuyor.
Yaşıyor.
Güzel.

Kadim şehri gezerken küçük kafilemize yardımcı olan rehberlerimiz ve bu seyahat boyunca bize mihmandarlık eden gençler bilinçli, bilgili, dünyayı anlamış, farkındalığı yüksek gençler tablosu çizdiler.
Gençlere kurulan bütün tuzakların, oynanan oyunların farkındalar.
Özellikle tarih konusunda çok bilgililer.
Güzel konuşuyorlar.
Maşallah dedik.
Azarbaycan’ da bütün gençlik böyleyse
muazzam.
🙂

Genel olarak,
Zarifler,
Kibarlar.
Özellikle büyüklerine çok sevgili ve merhametliler.

Birazcık da nabza göre şerbet verme huyları var gibi.
Öyle hissettim.
🙂

İlerleyen günlerde
Bakü-Qebele-Şeki-Naftalan-Gence -Bakü hattında çizdiğimiz daire boyunca,
zaman içinde asudeliğe,
huzura,
sadeliğe
ve kadimliğe doğru bir yolculuk yaptık.
Muhteşem bir enerji hissettik.
Yol ile birlikte içimiz aktı, gitti.

İlk durağımız;
Qebele, doğası ve dağları ile çok temiz, güzel. Çok güzel bir enerjisi var. Gördüğümüz, gezdiğimiz yerler bakımlı ve şiir gibi. Uzun uzun anlatabilecek, hakkında edebi yazılar yazılabilecek bir şehir.
Sevdik.
Yol kenarlarında görünen küçük öbekler, kışın kayan arabaların altına serpilmek için hazırlanan karışımlarımış.
İhtiyacı olabilecekler için böyle yol boyu öbekler halinde hazır tutulurmuş.

Qebele’den sonra Şeki.
Menzil-i maksudumuz.
Kafkas dağları yamacında bir eski zaman şehri gibi karşıladı bizi .
Sabırlı, sessiz, huzurlu.
Sanki zaman durmuş orada.
Bir zamanda kalmış.
Bozulmamış.
Yozlaşmamış.
Fakir,
biraz da garip.
Öyle çarptı bizi.
Sardı, sarmaladı.

Kendine özgü sevilen bir lehçesi ve bir de büyük şairi var Şeki’nin.
Şair Bahtiyar Vahapzade.
Ezan sesleri şiirinden bir mısra.

“Bu dağı, bu taşı bin yıldan beri
Vatana çevirdi ezan sesleri”

Çok güzel.

Dedeler diyarı.
Sıla-ı rahim yapanın ömrü uzarmış ya,
Efendimiz öyle buyurmuş.
Bizdeki muhabbetin bir sebebi hikmeti de bu olsa gerek.

Öyle bir muhabbet ki,
Gönlüm Şeki’ de, Büyük Kafkas Dağlarında takıldı kaldı.
Ağaçlarında.
Yeşilinde, sararmış olanında, kırmızısında.
Beyazından siyahına bütün renklerinde.
Taşında, toprağında.
En çok da bembeyaz karlarla kaplı doruklarında kaldı.
O karlı yamaçlarda.
Nasıl heybetli, mağrur.
Nasıl güzel.
Zor ayrıldık.

Dönüşte yol boyu yüreğimde dağlar,
gözümü kapattığımda gözümün önünde dağlar.

Kulağımda sesler.
Dinliyorum.
Sanki sesleniyor Şeyh Şamil kafkas dağlarının ötesinden.
“Biz bir dağdan ‘Allah’ diye bağırırız, o ses diğer dağdan ‘Özgürlük’ diye yankılanır.”

Bu ses mi ruhumu şahlandıran?

Naftalan var rotamız üzerinde. Naftalan yeryüzündeki tek petrol kaplıcası. Detaylı bilgi nette bol bulunur. İlginç bir yer. Hava bile bir tuhaf petrol
kokuyor.
Bulamaç gibi bir petrol ürünün içinde on dakika kalarak yapılıyor tedavi.
Şaşırtıcı.

Gence’ye yol aldık.
Eski başkent.
Yenileniyor.
İnşaa halinde şehir.
Gezilip görülmeye değer, 1603 lerden çok güzel bir camii (Cuma Camii. neredeyse bütün camiler Cuma Camii diye isimlendirilmiş.) Cevat Han türbesinin ve konservatuar vb binaların olduğu, kocaman asırlık ağaçların gölgelendirdiği muhteşem büyük bir meydanı var. Çok büyük. “Böyle bir meydan her büyük şehirde olmalı” dedirten ihtişamlı bir meydan.
Huzurlu.

Gence şehri ve Nizami Gencevi.
Ayrılmıyorlar birbirinden.
Biri anılınca, diğeri geliyor dillere.

Nizami, 1141 lerde yaşamış. Şiirlerinde Ehl-i sünnet inancını dile getirmiş, İslam Peygamberi ve Dört Halife iςin övgüler yazmış.

Kendi zamanındaki iyilik kötülük tanrısı diyerek taptıklarını ikiliyenlere,

“İyi ise de, kötü ise de yapılışı ondandır “

diyerek, Yaradanın birliğini ikrar etmiş

“Değişmeyen varlık; O sensin.
Ölmemiştir, ölmeyecek ;O sensin. “

Diyerek. Rabbimizin Ezeli varlığını dillendirmiş bir muazzam şair, bilge, alim.

“Dünyanın işini yaxşı düşün sen.
Ne ekersen, onu da sen biçeceksen. “

Diyerek insanı çarpan mısraların sahibi.

Okuyorum. Yüreğime dokunuyor mısraları.

Bakü.
Akabinde sılaya dönüş.
Sevdiklerinin olduğu yer.
Vatan.

Dünya ise tümüyle gurbet zaten.

On gün. Dolu dolu. Muhabbetli. Uyumlu.

Hayat defterimiz içinde bir güzel sayfa oldu,
biriktirdiklerimizden.

Gün güne eklenirken, geriye baktığımızda;
bir güzel tad kaldı
yâdımızda.

Vesselam…

Hümeyra Coşan Uyarel

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top