Merhabalar, bize kendinizden, çalıştığınız alandan ve üniversitenizden kısaca bahseder misiniz?
Harvard Tıp Fakültesine bağlı “Boston Children’s Hospital” da doktora sonrası araştırmacı olarak çalışıyorum. Doğal bağışıklık sistemimizin temel üyelerinden biri olan C4 geninin, kromozomlardaki kopya sayısının şizofreni hastalarında fazla olduğu 2016 yılında bulunduğum ekip tarafından yayınlanmıştı. Böylece bilim tarihinde ilk defa biyolojik bir işlevi şizofreni ile ilişkilendirmek mümkün oldu. Biz de şimdi patofizyolojinin C4 üzerinden nasıl geliştiğini fare modellerimizde ve post mortem insan beyin dokuları üzerinde yaptığımız çalışmalar ile anlamaya çalışıyoruz.
Şu anda alanınızda en revaçta olan çalışmalar nelerdir? Bu alanda uzmanlık yapanlar ileride ne gibi işlerle uğraşabilirler?
Esasen moleküler biyoloğum. Üniversiteye başladığım 2005 yılında, meslek hayatınıza bölümünüz ile ilgili devam etmek istiyorsanız sadece akademisyen olabilirdiniz. Son yıllarda ise deneysel sarf malzemelerinin satışlarını yapan firmalarda, teknokentlerde veya ar-ge laboratuvarı olan endüstri/ilaç firmalarında, sağlık bakanlığının belirli kuruluşlarında iş imkanları ortaya çıktı; çeşit ve sayıları arttı. Endüstride ar-ge laboratuvarları ülkemizde hala yeni ama gelişmesine ihtiyaç duyduğumuz bir alan. 10 yıl içerisinde seçeneğimizin sadece akademi olduğu noktadan bu aşamaya gelmek, gelecekten umutlu olmamız için yeterli bir teminat diye düşünüyorum. En önemli hususun ise, maddi kaygı taşımadan bu yola sevgi ile baş koymak olduğunu belirtmeden geçmek istemiyorum.
Bugün bulunduğunuz noktaya gelene kadar Müslüman bir hanımefendi olarak çalışma hayatında karşılaştığınız zorluklar nelerdir, üstesinden nasıl geldiniz?
Üniversite yıllarında öğrenci işleri ofisinde yaşadığınız basit bir sorundan, ilk aşama sınavlarını geçip yüksek lisans mülakatlarına katıldığınız duruma kadar her noktada birilerinin sizden daha güçlü olduğu gerçeği ile yüzleşiyordunuz. Bu süreçlerde insanların cüzi iradelerinin külli iradeyi aşamayacağı gerçeğini sürekli kendime hatırlatıyordum. Bakara suresi 249. ayetin* tefsirinde Yahudilerin nehirden su içmemek ile sınanmalarının bir sebebinin, öncesindeki tövbelerinde samimiyetsiz olduklarını Allah-u Teala’nın bilmesi olduğu ifade ediliyor. Niyetin halis ise, şartları ve insanları bahane ederek vazgeçemezsin diyor ve çokça dua ediyordum.
Müslüman kimliğinizin çalışma hayatında size artı sağlayan, diğer arkadaşlarınızdan farklı kılan yönleri nelerdir?
Sıra dışı her davranışınız, ister olumlu ister olumsuz olsun, Müslüman kimliğinize atfediliyor. Biz ibadetlerimiz ile sabrı ve şükrü öğrenmeye çalışıyoruz. Bu da belirli bir anda çok cazip gelen bir fırsatın büyüsüne kapılmadan, hırslanmadan, etrafımızdaki insanlara duyduğumuz diğergamlığı kaybetmeden, durumun uzun vadedeki sonuçlarını düşünebilmemizde çok yardımcı oluyor. Daha güçlü bir iradeyle daha sağlıklı insan ilişkileri geliştiriyorsunuz, deney sonuçlarına bile hep daha büyük resmi görmek isterken bakıyor oluyorsunuz. Azim ve kararlılık da eklenince, Amerika’da özellikle medya aracılığıyla oluşturulan önyargıya rağmen yaptığınız işi kabul ettiriyorsunuz.
Türkiye’de ve Amerika’da bilimle uğraşan bir Müslüman hanımefendi olmanın ne gibi farkları vardır?
Amerika’da etkileşimin mesafeli olduğu durumlarda çok daha az yargılandığımı hissediyorum. Katıldığım konferanslarda tek başörtülü hanımefendi olduğumu farketmem bazen zaman alıyor. Bu tabii ki özgüveninizle de alakalı fakat -yine altını çiziyorum- belirli bir mesafede iseniz olumsuz bir muamele hissetmiyorsunuz. Diğer yandan paylaştığınız bir öğlen yemeği muhabbeti kadar bir yakınlıkta, temel konularda sizin görüşleriniz hep baştan biliniyor. Duyulmak için zamana, işiniz ile kendinizi ispatlamaya ihtiyacınız oluyor. Bu durum her gün aynı laboratuvarda çalıştığınız insanlarla dahi bir yıldan fazla zaman alabiliyor. Türkiye’de ise durum özetle tamamen tersiydi.
Sizin gibi bu meslekte kariyer yapma misyonuna sahip genç arkadaşlarımıza neler tavsiye edersiniz?
Her bir mesleğin kişiyi Allah rızasına eriştirecek bir muhtevası vardır. Esas sorumluluğumuzun bu içeriği bulmanın, ismini koymanın, hedefleri hep bu doğrultuda belirlemenin olduğu kanaatindeyim. Süreçte engellerle karşılaştığımızda önce niyetimizi hatırlamalıyız. İkinci husus ise belirli bir anda yapabileceğimizin en iyisi mutlaka olan o belirli işi tanımlayabilmek. Bu sorunun cevabı sahip olduğumuz problemin çözümüne hizmet etmeyebilir. Fakat inancımızın öğretileri rahmete hangi amelin vesile olacağının bilinmediğini söylüyor bize. O yüzden Allah rızası için, her işinizde yapabileceğinizin en güzelini yapmaktan vazgeçmemeyi hem kendime bir kere daha hatırlatır, hem de arkadan gelen gençlere tavsiye ederim.
Teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda muvaffakiyetler diliyoruz.
*Tâlût (cihad için Kudüs’ten) askerler(iy)le ayrılınca dedi ki: “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan (kana kana) içerse benden değildir. Eliyle sadece bir avuç alanlar dışında kim ondan tatmazsa bendendir.” Pek azı dışında onlar (nehre varınca) ondan (bol bol) içtiler. Nihayet (Tâlût’un) kendisi ve beraberindeki inananlar (ırmağı) geçince, (içenler geçemeyip:) “Bugün bizim (zalim) Câlût ve askerlerine karşı gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin bilen (Tâlût’a itaat edip nehri geçen)ler ise: “Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle, çok olan bir topluluğa galip gelmiştir. Allah sabır (ve sebat) edenlerle beraberdir.” dediler. Bakara Suresi [2/249]
Röportaj: Kübra Ankaralı
Yorum Bırakın / Leave a Comment