Uzun yıllar yurt dışında yaşamış, yetişmiş olanlar iyi bilir, Türkiye’de kabul görmek çok zordur. Öncelikle soru bombardımanına tutulursunuz:
“Türkiye mi daha güzel, yoksa orası mı?”
“Filimlerdeki gibi mi yaşıyorsunuz?”
“İngilizceyi mi daha rahat konuşuyorsun?”
Çocukluğumdan sonra bu soruların artık bir son bulacağını düşünmüştüm, ama pek de öyle olmuyormuş. Bu sorulara verilen cevap ne olursa olsun, karşı taraf kolay tatmin olmuyor. Bunun üzerine başka yorumlar dökülmeye başlıyor.
“Türkiye’de böyle, sen bilmezsin tabi.”
“Aksanlı konuşsana.”
Baştan belirtmeliyim ki, büyük bir lütuf üzere, peşimi hiç bırakmayan bir aileye sahibim, ve bu yüzden ne dil konusunda ne de kültür konusunda Türkiye’deki yaşıtlarıma karşı bir eksikliğim var. Hatta genellikle insanlara açıklama yapana kadar hayatımın çoğunu yurtdışında geçirdiğimi anlamayacakları kadar iyi saklayabiliyorum hayatımın gerçeğini. Ayıp örtercesine saklama sebebim, işittiğim soru örnekleriyle yeterli bir şekilde açıklanabilir, ama belirtilmesi gereken bir sebep daha var:
Yeterince geniş bir bakış açısına sahip olmayan insanlar genellikle gurbette yaşamayı yeterince Türk olmamakla eşleştirir. Yani Türkiye sınırları içerisinde onların yeterli olarak gördüğü süre kadar uzun vakit geçirmediyseniz onların Türklük kriterlerine uymamış oluyorsunuz, bir nevi kendi düşüncelerince değerledikleri vatandaşlık sınavı gibi bir şey. Bu sınavı geçmek bizim gibiler için imkansız, çünkü ya kendimiz ya da ailemiz yurtdışında yaşıyor. Ve bu sınavı geçemeyince tabi kendi memleketimiz hakkında söz hakkı tanınmıyor bizlere, en basit bir siyasi mesele ile ilgili bile “sen ne anlarsın,” dercesine bir tavırla karşılaştığımı bilirim.
Bazı ülkelerde, genel olarak Amerika veya Avrupa ülkelerinde, ilginç bir vatandaşlık bağı görüyoruz: çocuk yaşta yahut yetişkin olarak bu ülkelere gelmiş insanlar kendilerini hemen o topluma ait hissederler, çünkü geride bıraktıkları toplumdan uzaklaşmak isteyerek kendilerine yeni bir kimlik oluştururlar.
Biz bu yabancı kimlikleri reddedip zorla Türk kimliğimize bağımlı kaldığımızdan dolayı kendimizi Türk diye ortaya atmıyoruz. Amerika’nın başkentinde bir üniversite kampüsünde bana geri kafalı diyebilen bir insan sadece Türkiye’de yaşadığı için bazılarının gözünüzde benden daha “Türk” ise buna söylenebilecek söz yok, o zaman Türk olmam daha iyi. Bizim Türkiye’ye olan bağımız bundan daha derin; günde beş defa ezan sesi duymadan, her gün Boğaz’ı görmeden, bayramlarda ailemizin yanına gitmeden Türküz diyebiliyoruz.
Herşeyin sonunda bu kimlik, Türk olmanın manevi dayanağına bağlı, bu da İslamı yüzyıllar boyunca hep güzel temsil eden bir tarihimiz ve geleceğimiz olduğundan dolayı. Ecdat, ayrım yapmadan hükmetmiş ve bazı Müslümanlar hala “biz Osmanlıyız” diyebiliyorsa bundan dolayıdır. Mehmet Zahid Koktu (k.s) hazretlerinin de belirttiği üzere, “fazıl adama gurbet yoktur, cahil vatanında da gariptir”. Vatana zarar veren insanlar var, bazılarının Türk diye tanımlayabileceği insanlar bunlar. Bunların yanında bizim de Türkiye için güzel şeyler yapma hakkımız vardır diye düşünüyorum. Türkiye’ye dönmek isteyen bizlerin hevesini kırmaktan fayda olmaz, tam tersine teşvik edilmeli ki farklı bakış açımız bir güzellik katsın.
Zeynep Çelik, Georgetown Üniversitesi Ekonomi ve Matematik Bölümleri öğrencisi
Yorum Bırakın / Leave a Comment