İzmir’in adı her ne kadar camilerle anılmasa, silüeti minarelerle birlikte yansımasa da, Ege’nin incisi güzel şehrimizde azımsanmıyacak sayıda camii, mescid ve Kur’an kursu vardır.
Kemeraltı’na yolunuz düştü mü bilmem, renkli mi renkli, hareketli mi hareketli, İzmirliler olarak kısaca ‘Çarşı’ diye adlandırdığımız hanlar, hamamlar, dükkanlar ve camiler topluluğudur burası.
Ben küçükken, en ufak bir ihtiyacımızda yoluna düştüğümüz, giderken de ‘çarşıya gidiyoruz’ diye sevindiğimiz, Ballıkuyu’daki evimizden yokuş aşağı salına salına İkiçeşmelik ya da Mezarlıkbaşı üstünden sabırsızca çarşıya varışımız, sonra ayaklarımıza kara sular ininceye kadar dolaşıp ‘Konağa, dolmuşa kadar gitmektense eve yürürüz’ diye hadi bakalım, tırman yokuşları, yorgun argın dönüşlerimize sahne olmuş yerdir Kemeraltı. İzmir’e gidip de uğramadan olmaz.
Hazır Kemeraltı’na gitmişken de tarihi Hisarönü’ndeki lokantalarda döner ekmek yemeden, Kızlarağası Hanı’nda gezinip otantik eşya, gümüş, inci-boncuk satan dükkanlara göz atmadan, şöyle güzel bir çay veya fincanda pişmiş kahve keyfi yapmadan olmaz. Namaz vakti gelince de hala o civardaysanız eğer, etrafı rengarenk, mis kokulu çiçekçilerle çevrili tarihi Hisar Camii’ne girmeden olmaz. Hisar Camii 1592 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. İzmir’in en büyük camisidir. 2003 yılındaki depremde epeyce hasar görmüş olsa ve hala tamirata ihtiyacı olsa da, İzmir’ e eskilerden bir mirastır o. Kadri kıymeti fazlaca bilinmese de…
Çarşının o otantik havasına, arka sokakların baharat ve taze çekilmiş kahve kokan aromasına kapılmış yolunuza devam ederken, karşınıza birden Şadırvanaltı Camii çıkar. Hemen yanı başındaki şadırvandan kana kana su içerken az gerideki turşucudan içtiğiniz turşu suyundan yanan içinizi serinletirsiniz. Merdivenlerle çıkılan camiye varır, girer iki rekat mescid namazınızı eda edersiniz. Kemeraltında camilerin çoğunun böyle alt katları dükkan, üst katları ibadet mahalli olarak inşa edilmiştir. Alttaki dükkanlar vakıf malıdır, caminindir yani.
Konağa doğru yolunuza devam ederseniz, gelinlikçilerin, pardösücülerin; ‘Ne lazımdı abla, bizde hepsi var, buyur içeri gel, yardımcı olalım’ tarzındaki ısrarlı davetleri arasında ilerlersiniz. Zaten Kemeraltı’nda çok acil bir işiniz yoksa ana yola çıkmanız tavsiye olunmaz. Kalabalıktan nereye gittiğinizi bile anlamazsınız yoksa.
Nihayet yine arka sokaklarda sizi Kestanepazarı Camii karşılayacaktır. Eğer birbirinden renkli dükkanların cazibesine kapılmışsanız, aman dikkat edin, camiyi göremeyebilirsiniz. Zira Kestanepazarı işte o dükkanların üzerindedir, görmek için başınızı biraz kaldırmalısınız. Bu cami başkadır, 1663 yılında Eminoğlu Hacı Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış olan Kestanepazarı, aynı zamanda bir ilim yuvasıdır. İzmir İmam Hatip’in de kurulmasında çok etkisi olmuş rahmetli Raif Cilasun ve daha bir çok mübareğin çabalamaları ile 20. yüzyılın ortalarından beri Kur’an eğitiminde kayda değer hizmetler vermiştir burası. Allah hepsinden razı olsun.
Salepçioğlu Camii ise biraz daha kalabalıktan uzak, biraz daha sakindir bana kalsa. Kemeraltı’nın kalabalığından sıyrılmanız, Salepçioğlu Pasajı’ndan geçmeniz gerekir, camiye ulaşmak için. Salepçioğlu Camii son derece zarif olan mimarisi ile büyüleyecektir sizi. İlkokuldan mezun oldugum yıldı sanırım, yaz kursuna gidişimi hatırlıyorum Salepçioğlu’na. Ne güzel günlerdi. Derslerimizi verir, sonra da İzmir’in sıcağını az da olsa gölgeleyen ağaçların altında dinlenirdik.
Siz, ağaçların altında serinlemek yetmez, bir de imbat kokusu duymalı der, sonra deniz kenarına doğru yola çıkarsanız, meydanda Konak (Yalı) Camii’ni göreceksiniz, hani şu eski filmlerde balkonundaki gönderine bayrak çekilen Hükümet Konağı’nın yanında, Saat Kulesi’nin hemen karşısında. Çinilerle süslenmiş küçücük, minicik bir camidir burası. 1754 yılında Mehmet Paşa’nın kızı Ayşe Hanım tarafından yaptırılmış olan caminin çok şirin bir çekiciliği vardır. Hep merak etmişimdir, bu camiye bir defada kac kişi sığabilir acaba diye. Bana kalsa 20-30 kişi ancak. Tabi Rabbim bereketlendirsin de cemaati sığmasın, dolsun taşsın.
Kemeraltı’ndaki camiler bu kadarla bitmez. Aktarların yanından merdivenlerle çıkılan Başdurak Camii, çarşıyla aynı adı taşıyan Kemeraltı Camii, Beylerbeyi sokağında tam köşeede Hacı Mahmud Camii ve Hacı Mehmet, Kahraman Mescid, Esnaf Şeyh, Naturzade ve Odunkapı Camileri de yine dükkanların ve binaların arasına özenle serpiştirilmiş tarihi ibadethanelerdendir. Bilhassa Cuma günü namaz vakti geldi mi, camiler cemaate yetmez, Kemeraltı’nın sokakları da secde mahalli olur esnaf ve müşteriye… Seccadesini, kilimini, yaygısını, kartonunu, hiç olmadı gazetesini kapıp gelen seriverir hemen boş bulduğu yere ve katılır o huzur topluluğuna.
İzmir Kemeraltı camilerini kısa kısa anlatmaya çalıştım size. Açık söyleyeyim, bu yazıyı yazmaya karar verdiğim zaman aslında ben de bu kadar bilgiye sahip değildim. Doğduğum, çocukluğumu geçirdiğim bu şehri aslında çok da tanımadığımı anladım yazarken. Ama araştırdıkça merak arttı, yazdıkça hatıralar canlandı. Şu bir kaç saat içinde ne kadar eskilere gidildi, ne anılar yad edildi… Sizi bilmem ama, benim için çok faydalı oldu. Vefa borcumu hatırlattı bu yazı bana.
İzmirliyseniz zaten anlamışsınızdır beni. Zira yazmak başka, okumak başka, yaşamak başkadır değil mi? Ama eğer İzmirli değiseniz umarım biraz olsun tanıtabilmişimdir doğduğum şehri size. (En azından çarşısındaki camilerini)
Bizdendir demediğimiz, benimsemediğimiz bizim değildir. İzmir için bunun eksikliğini hissederim ben her zaman. Önyargılar kırılmalı, her insanın olduğu gibi, her mekanın da güzel görülecek tarafları vardır. Lütfen o güzellikleri bulup çıkarmaya, o taraflardan bakmaya çalışalım.
Nurgül Çelik
[bdp_ticker ticker_title=”Son Yazılar” theme_color=”#dd9933″ font_color=”#4c4f56″]
Yorum Bırakın / Leave a Comment