Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?
Adım Ayşe Abdulrahman. 1972 yılının sonbaharında altı kardeşin en büyüğü olarak Eskişehir’de dünyaya geldim. Liseden sonra üniversite eğitimi için İstanbul’a geldim. Bütün kardeşler olarak üniversiteyi İstanbul’da okuduğumuz için ailecek İstanbul’a taşındık.
Eşiniz hakkında bilgi verir misiniz biraz da?
Eşim İbrahim Bey 1968 yılında bir Batı Afrika ülkesi olan Gana’da dünyaya gelmiş. Lise bittikten sonra kendi ülkesinde inşaat mühendisliğini kazanmış ancak hep yurtdışında eğitim görmek istediği için ve Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması sebebiyle ülkemize gelmiş. Tabii ilk başlarda dönmeyi düşündüğünü söylermiş, çünkü hiç bilmediği bir ülke, yabancı bir dil, ailesinden uzakta olmanın sıkıntısı. İstanbul’da bir sene Türkçe öğrendikten sonra üniversite sınavında Hacettepe Tıp Fakültesi İngilizce Tıp bölümünü kazanmış ve orada okuduktan sonra mezun olup ülkesine dönmeyi düşünüyormuş. Mezuniyetten sonra ülkesine dönüş hazırlıkları yaparken arkadaşlarının ısrarıyla TUS’a girmiş ve uzmanlık eğitimi için İstanbul’a gelmiş.
Nasıl tanıştınız, kimler aracı oldu?
Diş hekimi olan kız kardeşim bir klinikte çalışıyordu; eşim de ihtisas yaparken hafta sonları o klinikte vazife yapıyordu. 1998 yılının başında tanıştık ve Allah nasip etti, 1999 yılında evlendik.
Karar verirken yaşadığınız heyecanlar, tedirginlikler, sevinçler ve tereddütleri aktarabilir misiniz?
Benim eşimi seçmemdeki en büyük etken klinikteki çalışanların ve kızkardeşimin, eşimin ahlakının güzelliğinden bahsetmeleri olmuştur. Allah ondan razı olsun gerçekten peygamber ahlakı ile ahlaklanmış birisi. Tabii ki insan iki farklı ülkeden olmanın getireceği bazı farklılıkları düşünmüyor değil. Çünkü yeri geliyor aynı ailede doğup büyümüş kardeşler arasında bile anlaşmazlık olabiliyor. Ama eşim hem Müslüman olması sebebiyle hem de yıllardır Türkiye’de olduğu için Elhamdülillah şimdiye kadar farklı ülkeden bir evlilik yapmış olmakla ilgili bir sıkıntı yaşamadım. Hatta bazen eşim bazı konularda benden daha fazla Türk olabiliyor. Türk tarihine çok meraklıdır ve okur. Türk siyaseti ve tarihiyle ilgili pek çok şeyi rahatlıkla oturup konuşabilirsiniz. Hatta çoğu zaman bu konulardaki bilgisiyle etrafındakileri şaşırtır. Bir de bazen konuşurken yaptığınız dilbilgisi yanlışlarınızı düzeltir.
Ailesini ziyarete gittiniz mi? Doğduğu coğrafyayı görme şansınız oldu mu?
Eşimin doğduğu ülkeyi görme şansım ne yazık ki olmadı ancak Gana ile ilgili gerek eşimden öğrendiklerim gerek kendi okuma ve araştırmalarım sonucu oldukça fazla bilgiye sahibim. Hatta kardeşlerim bana “Gana’nın kültür elçisi” diye takılırlar. Bir de ne zaman televizyonda Gana ile ilgili bir belgesel çıksa sağolsun bütün arkadaşlar arayıp haber verirler.
Eşinizin ailesi ziyarete gelirler mi? Onların tepkileri ve gözlemleri neler?
Eşimin annesi ve erkek kardeşi gelmişti, 2006 yılının Kasım ayıydı. Ramazan ayının başında gelip, bayramı geçirip öyle gitmişlerdi. İstanbul’u çok beğendiler çok memnun kaldılar ve gerek ailem ve gerekse arkadaşlarımın gösterdiği misafirperverlik de onları çok memnun etti. Ramazan ayı İstanbul’da çok coşkulu geçer ama bayram gelince tam tersine sokaklar boşalır, Ramazan ayındaki canlılıktan eser kalmaz. Eşim erkek kardeşiyle Ramazan Bayramının ilk günü dışarıya çıktığında eşimin kardeşi bayramda sokakların bu kadar tenha olmasına şaşırmıştı. Çünkü Gana’da bayramlar çok coşkulu kutlanırmış ve insanlar genelde sokaklarda olurmuş.
Bu konuya ümmet olmanın güzelliği noktasında bakmak isteyenlere neler söylersiniz?
Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat suresi 13. ayet)
Yine Peygamber Efendimiz (SAV) Veda Hutbesinde: “Ey Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz, iyi anlayınız ve iyi muhafaza ediniz! Muhakkak ki Rabbiniz birdir. Babalarınız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem (A.S) da topraktandır. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Allah katında en hayırlınız, Allah’dan en çok korkanınızdır. Arabın Aceme, Acemin de Arapa, sarı ırkın siyah ırka, siyah ırkın da sarı ırka üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâ iledir.
Ey İnsanlar! Allah’dan korkun. Halîfe olarak başınıza; burnu kulağı kesik bir köle dâhi seçilmiş olsa, Allâh’ın Kitâbı’yla hükmettiği müddetçe onu dinleyin ve ona itaat edin.” diye buyurmaktadır.
Görüldüğü gibi kimsenin kimseye ırkından veya milliyetinden dolayı üstünlük iddiasında bulunmaya hakkı yoktur. Önemli olan Allah’a ve onun Peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa’ya (SAS) inanmış ve iman etmiş olmamızdır. Milliyetçilik, ırkçılık ve kabilecilik taassubunun insanlara ne kadar zarar verdiğini ve düşmanlığı körüklediğini bilmekteyiz. İslam dini yeryüzündeki bütün ırkları ve milletleri birleştirerek bir ümmet yapmıştır. Hacca veya umreye gidenler bilirler. Orada İslam ümmeti olmanın güzelliğini daha çok yaşıyor, o güzelliğin daha çok farkına varıyorsunuz; dünyanın dört bir yanından gelmiş Müslüman kardeşlerinizle birlikte Kabe’yi tavaf ediyorsunuz, say yapıyorsunuz, namaz kılıyorsunuz.
Bu evlilikle ilgili İbrahim beyin yaşadığı ilginç bir olay var mı? Ya da düşünceleri nelerdir?
Evlilikle ilgili yaşadığı ilginç bir olay yok ama özellikle Türkiye’ye ilk geldiği yıllarda meraklı bakışlara ve sorulara çokca maruz kalmıştır. Hatta bir keresinde belediye otobüsüne bindiğinde otobüs trafikte yavaş yavaş ilerlerken yan tarafta başka bir otobüs varmış ve o otobüsteki bir yolcu el kol hareketleriyle “memleket neresi?” diye soruyormuş. Yine eşim bir arkadaşıyla otobüs durağındayken meraklı bir şahıs nereli olduklarını öğrenmek için gelmiş ve aldığı her hayır cevabından sonra bildiği bütün Afrika ülkelerini sıralamaya başlamış. Ayrıca yine eşimin bazı arkadaşları üniversitede bazı sınıf arkadaşlarının veya çevredeki insanların tuhaf sorularına maruz kalıyorlarmış. Sizin ülkenizde ayakkabı giyiliyor mu? Siz de bizim gibi giyiniyor musunuz? Ülkenize nasıl gidiyorsunuz? Bu soruya karşılık eşimin arkadaşı uçakla cevabını verdiği halde soruyu soran kişi ülkenizde havaalanı var mı? diye başka bir soru sormuş. Bu sorunun muhatabı olan kişi ise “Hayır havaalanı yok, uçak şehre yaklaşınca alçalıyor biz de atlıyoruz” demiş. Bunu soran kişi bozulunca bir başka arkadaşı soru sorana “Böyle saçma sorular sorarsan böyle cevap alırsın.” demiş. Yine özellikle ilk nişanlı olduğumuz dönemlerde ve evliliğimizin ilk yıllarında çokça meraklı bakışlara maruz kalırdık. Öyle ki bizi gözleriyle takip etmek isteyip önündeki direği görmeyip çarpma tehlikesi geçirenler veya merdivenlerden yuvarlanmasına ramak kalanlar olurdu.
Son olarak şunları söylemek istiyorum. Biz Afrika’yı hep Batı’nın gözünden tanıdık. Avrupa ve Amerika bize yapmış olduğu filmlerle Afrika’yı nasıl tanıtmak istiyorsa o şekilde tanıttı. Afrika deyince herkesin aklına ne geliyordu yamyamların, ilkel insanların yaşadığı bir kıta. Avrupa ve Amerika, Afrika’yı yıllardır sömürdü ve hala da sömürmeye devam etmektedir. Gana dünyadaki ikinci büyük kakao üreticisi ülke olmasına rağmen kendi kakaosunu kendi satamamakta, satış Avrupa üzerinden gerçekleşmektedir. Yine eşim şöyle söylüyor: “İngilizler ülkemizi sömürdüler ancak bu süre içinde Ganalıların menfaatine olacak hiçbir şey yapmadılar. Yaptıkları her şey kendi hayatlarını kolaylaştırmak adınaydı. Mesela yaptıkları demiryolu hattı sadece altın madenlerinden limana olan kısmı kapsıyordu.” Avrupa ve Amerika Afrika’yı sadece maddi olarak değil manevi olarak da sömürdüler. Binlerce misyoner göndererek onların dinini değiştirmesine sebep oldular.
Bence biz Müslümanlar olarak girelim diye uğraştığımız, kapısında bekletildiğimiz ve bir Hristiyan milletler topluluğu olan Avrupa Birliğine girme çabasından vazgeçip yönümüzü Afrika’ya ve Doğu’ya dönebiliriz. Eminim ki buralarla kuracağımız ilişkiler her iki tarafın da menfaatine olacaktır.
Evlatlarınızdan bahseder misiniz?
İki kızımız var. Büyük kızımız Halenur 2000 yılında doğdu. 5. sınıfa geçti. Elhamdülillah çok başarılı bir öğrenci ve arkadaşları ve öğretmenleri tarafından çok seviliyor. Küçük kızımız Meryem Betül 2005 yılında doğdu. Bu sene inşaAllah anaokuluna başlayacak. İkisinin karakterleri çok farklı büyük kızım daha sakinken Meryem daha dışa dönük ve dominant bir karakteri var.
Çocuklarınız ve aile hayatınızda hangi kültür ağır basıyor?
İslam kültürü ağır basıyor. Çünkü bir Müslüman olarak bizim için önemli olan hangi ülkede doğup büyümüş ve yetişmiş olursak olalım önemli olan o kültürün öğretilerinin ve uygulamalarının Allah’ın buyruklarına ve Peygamber Efendimiz’in (SAS) sünnetine ters düşmemesidir. Biliyorsunuz Türkiye’de bizlere örf ve adet diye tanıtılan pek çok şeyin İslam ile taban tabana zıt olduğunu hatta bazı adetlerin cahiliye dönemi uygulamalarına benzediğini çok rahatlıkla görebiliyoruz.
Onların İstanbul’a, okullarına, mahallelerine kattıkları renk çok güzel. Onlar bu durumu nasıl algılıyorlar?
Ben çocuklarla tek başıma dışarı çıktığımda insanlar bir kızlarıma bir bana bakıp “Bu çocuklar sizin mi?” diye sorabiliyorlar. Bunda benim açık tenli ve mavi gözlü olmamın etkisi var sanırım. Bazen insanlar çok rahatsız eder tarzda gözlerini dikip bakabiliyorlar. Kızlarım böyle bir durumda rahatsızlık duyuyorlar. Böyle durumlarla karşılaştığımda ben de aynı şekilde o kişiye gözlerimi dikip bakmaya başlıyorum ve karşıdaki kişi o zaman dersini alıp gözlerini çeviriyor.
Çok faydalı ve güzel bir sohbet oldu, çok teşekkür ederiz.
Ropörtaj; Betül ŞATIR
25 Temmuz 2010
Yorum Bırakın / Leave a Comment