Küresel salgın dönemi, her ülkede farklı tedbir ve kurallarla tezahür ediyor. Singapur mevzubahis olduğunda, salgın arefesinde ülkeye giriş için vize ön koşulu bulunmazken, salgın sonrası hem vizelere kota uygulandı, hem de hali hazırda vizesi bulunanlar ülkeye giriş iznine tabi tutuldu. Sabredip, birkaç aylık zaman zarfında, önce vizeye ardından giriş iznine kavuşanları ise üçüncü aşama olarak, on dört günlük otel karantinası bekliyordu, tıpkı bizi beklediği gibi…
Singapur Changi Havaalanı’na vardığımızda görevliler, pasaport ve vizelerin yanı sıra ülkeye giriş iznine dair belgeleri de denetleyerek, giriş işlemlerimizi tamamladılar; son derece nazik ve çözüm odaklı davrandılar. “Evde Kal İhtarı” başlığı altında karantina kurallarından bahseden bir belge teslim aldık. Yakalarımıza sarı renkli bir çıkartma yapıştırdılar ki bu, ülkeye girmek üzere denetimden başarıyla geçtiğimizi gösteriyordu.
Valizlerimizi alacağımız bölüme gittiğimizde banttan ve birbirinden fiziksel mesafeyle ayrılmış halde bulduk onları. “Salgın kuralları gereği” böyle olduğunu öğrendik. Yakamızda parlayan çıkartmalardan bizi tanıyan başka grup görevlilerin yönlendirmesiyle, “sarı çıkartmalılar” kervanına katılıp, otobüsle bir otele geldik. Nasıl bir otelde kalacağımıza dair önceden bilgilendirilmemiştik. Şehir merkezinde cephesi kapalı ve açılır penceresi bulunmayan küçük bir otel odasında kalma ihtimalimiz olduğu gibi, yüksek standartlı bir otelle de karşılaşabilirdik.
Karantina kurallarına göre; otel odasının kapısından hiçbir suretle çıkma hakkımız bulunmuyordu. Aynı anda görevlilerle kapıda bulunup konuşamayacak, oda kapısına günde üç öğün bırakılan, “fix menü” tabir edilen yemeği yiyecek, otelden temizlik ve çamaşır yıkama gibi hizmetler alamayacaktık.
Singapur ahalisinden edindiğimiz bilgiye göre, ülke halkı, otellerde kalıp hizmet almayı severmiş, bu yüzden normal zamanlarda yüksek yıldızlı otellerde yer bulmakta epey güçlük çekilirmiş. Salgın dolayısıyla yerli ve yabancı turizm faaliyetleri sekteye uğramış. Devlet, salgın sürecinde her yetişkin vatandaşına otel harcamalarında kullanılmak üzere maddi destekte bulunmanın yanı sıra, her otelden de karantina hizmetlerinde kullanılmak üzere kontenjan istemiş. İşte bu kontenjana dahil olarak bizim nasibimize de yüksek yıldızlı, doğa manzaralı bir otelde, hatta balkonu olan bir oda düştü.
Kayıt esnasında otel yetkilileri tüm giriş evraklarını gözden geçirip “Evde Kal İhtarı” isimli belgeye dair muvafakat aldılar. İşlemleri tamamlamadan önce yemek konusunda tercihimizi sormaları dikkat çekiciydi. Singapur’da, işletme yahut ürün bazında helal sertifikası yaygın olarak kullanılıyor. Oda kapımıza bırakılacak olan yemeği de helal sertifikalı, vejeteryan, vegan, Batı diyetine uygun yahut Asya mutfağından seçebiliyorduk. Helal sertifikalı menü tercih ettik ancak bunun aleyhimize olacağına dair bir fikrimiz yoktu.
Otel odasına ulaştığımızda 12 saat süren uçak yolculuğunun ve 3 saati aşkın süren giriş işlemlerinin tesiriyle yorgun düştüğümüzü hissediyorduk. Yol yorgunluğu ve saat farkının üzerine defalarca hatırlatılan kurallar ve tedbirler eklenince, çocukların dillerine ilk günden memleket özlemi düştü. İlk gecemiz böylece uykusuz geçti. Sabah vakti kapımız çaldığında yemek geldi diye sevinç ve heyecanla koşan çocukların sevinçleri adeta kursaklarında kaldı. Çünkü otelin hizmet aldığı helal sertifikalı işletme, damak tadımıza uymayan renk ve baharat çeşitliliğine sahip yemekler gönderiyordu. İki yaşındaki yavrumuzun baharatlı pirinç pilavını ağzına götürdüğü an çektiği acı yüzünden okunuyordu.
İlk günü saat farkına alışmaya çalışarak ve memleketten azık olarak getirdiğimiz kuru gıdalarla açlığımızı yatıştırarak geçirdik. Otelin ikram hizmetleri şefiyle telefon görüşmesi yaptığımızda, otel mutfağında küçük bir kısım hariç, bütün et ve süt ürünlerinin helal sertifikalı olduğunu ancak mutfağın işletme bazında helal sertifikası bulunmadığı için dışarıdan hizmet aldıklarını öğrendik. Şefin memnuniyetle karantina menüsünü hassasiyet gösterdiğimiz usulde hazırlayabileceğini söylemesi üzerine, on dört gün boyunca otelin bir odasında çocukları nasıl doyuracağının kaygısına düşen anne yüreğime bir nebze su serpildi.
Otelin ikram servisi karantina sakinlerine hizmet vermiyordu, ancak dünyanın dört bir yanından misafirleri olan Singapur’da gıda tercihlerine gösterilen saygı ve hassasiyeti otel odasına bırakılan menü kitapçığında da görmek mümkündü. Menüde alkol içeren, domuz içeren, kuruyemiş gibi alerjenler içeren, vegan olan, yöresel olan yemeklerin her biri ayrı bir simge ile belirtiliyordu.
Otel odasının balkonlu olması, temiz hava teneffüs edip güneş ışığından istifade etmemizi sağlıyordu. Balkon kapısında benzerine daha evvel hiç rastlamadığımız bir uyarı yazısı vardı ki, tabiat ile ne surette yakınlık içinde olduğumuzu ortaya koyuyordu. Balkona teşrif eden davetsiz misafirlerden bahsediliyordu bu yazıda. O davetsiz misafirler, “Maymunlar”dı. Çocuklar, parıldayan gözlerle “yer fıstığımız var doyururuz onları” diyerek sevinmiş olsa da on dört gün boyunca hiç ziyaretimize gelmediler.
Gün içinde, denizin açıklarında bekleyen onlarca yük gemisinin gürültüsü, her gün bir sefer sorti yapan savaş uçaklarının gürültüsüne karıştığından, yapay şelalenin şırıltısı ile envai çeşit kuşun cıvıltısını ancak seher vakti işitebiliyorduk.
Bölgeye has, semenderden büyükçe, timsahtan masumca, ejder tabir edilen sürüngen (Komodo ejderi), palmiye ağaçlarının gölgesinde, doğal ve yapay sular arasında aheste aheste sürünüyordu. Bir otel odasının balkonundan şahit olabildiklerimiz bunlardan ibaretti.
Karantinada da olsak ihtiyaçlarımız için çözüm bulabiliyor, bunalmıyorduk. Otelden temizlik hizmeti talep edemiyorduk ama temizlik malzemeleri isteğimizi geri çevirmeyip kapımıza teslim ediyorlardı. Her gün çöpleri kapı önüne çıkarmak için belirtilen saatlere riayet ediyorduk. Hakeza kullandığımız havluları haftada bir defa otel odasında bulunan gelişmiş teknoloji ürünü “suda çözünebilir” çamaşır torbalarına doldurup kapının önüne bırakmamız gerekiyordu.
Otelin, ücretsiz kablosuz internet bağlantısı, sanal sosyal hayatımızı ve çocuklarla eğitim akışını sağlayan önemli bir detaydı. Muhatap alabileceğimiz akıcı İngilizce konuşan otel çalışanları da cabası… Bu maddelerin Singapur için bir lüks olmadığını serde Çin’de ikamet eden bizler zaman içinde muhakkak öğrenecektik.
Ebeveynler, çocuklarına daha nezih, sağlıklı ve eğlenceli ortam sunabilmek için üretkenlikte sınır tanımazlar. Eldeki imkanlar seferber edilerek Rabbimizin inayetiyle hemen her müşküle bir çözüm bulunur. Mekan bir otel odasıysa elektrikli su ısıtıcılar çorba tenceresine, sehpalar kah yemek masasına kah ders çalışma masasına çevrilir. Boş pet şişelerden top, dolu pet şişelerden sandalyeler eşliğinde atlama parkuru yapılır. Bitmiş meşrubat kutuları birer geri dönüşüm robotu yahut tankı, bazen de kelebek maketine tahavvül eder. Plastik yemek kutuları kuleye yahut domino taşına, kurşun kalem ve yapboz parçaları topaca, masa örtüleri oyun alanına, müsvedde kağıtlar oyuncak uçağa dönüşür. Böylelikle bir otel odası, kah okul, kah oyun alanı, kah işyeri, kah mutfak hüviyetine bürünüverir. Bunu tecrübe ettik.
Çocukların değişen hayat şartlarında kendilerine de pay biçerek olgun tavırlar sergileyebildiğini gözlemledik. Karantina süreci boyunca kendi çamaşırlarını yıkayıp astılar, böylece daha az kirletmeyi öğrendiler. Ateş ölçer ile her gün aynı saatte vücut sıcaklıklarını ölçerek resepsiyonu arayıp ateş raporu verdiler; daha fazla sosyal ilişki geliştirdiler. Oda kapısına kutularla bırakılan yemek ve meyve sularını sehpaya taşıyarak sofra kurdular ve sofrayı onlar topladılar; bu suretle sıcak anne yemeğinin kıymetini daha yakinen idrak ettiler.
Ülkemizden sağlıklı ayrılmış olduğumuz halde Singapur’a umumi vasıtalarla gelmiştik. Singapur Çalışma Bakanlığı (MOM) iyilik halimizi teyid için yerli birer telefon hattı edinmemizi, salgına özel geliştirilen uygulamayı yüklememizi, uygulama üzerinden konumumuzu sürekli açık bulundurmamızı, günde üç sefer öz çekim yapıp ateşimizi ölçmemizi, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı, nefes darlığı gibi belirtiler gösterdiğimiz takdirde işaretleyerek sisteme yüklememizi zorunlu tutuyordu. Günde bir sefer de tüm aile fertlerinin ateşini ölçerek otel yetkililerine bildirmemiz gerekiyordu. Sağlık Bakanlığı’ndan da anlık telefonlar geliyordu, cevaplayamadığımız zaman, bir saat içinde geri dönüş yapmamız gerekiyordu. Günler geçtikçe bunaltıcı bir hal alan bu kurala uymadığımız takdirde suç işlemiş sayılıyorduk ve hapis cezasına çarptırılabilirdik.
Karantinanın onuncu gününde, çocuklar haricinde, virüs testi için randevumuz bulunuyordu. Çalışma Bakanlığı’ndan bu randevuyu teyit için üç sefer arandık ve bir sefer de mesajla bilgilendirildik. Ardından oda kapısına zarf içinde bırakılmış bir davet mektubu aldık. Bu nazik bir talimat mektubuydu ki, bu sefer pembe çıkartma ile kendimizi mimleyip, odadan yalnız test için ayrılmamızı öğütlüyordu. Sağlık Bakanlığı’ndan gelen yetkiliye, otelde tahsis edilen bir odada, test için numune verip odamıza geri döndük. Testin sonucunu üç gün içinde Çalışma Bakanlığı’ndan gelen mesajla öğrendik, negatif çıktığını teyid için birkaç telefon daha aldık ve nihayet on dördüncü günün bitiminde, otel lobisinde fiziksel mesafeyle ayrılmış bölümlerde bekledikten sonra, otelden kendi imkanlarımızla ayrılmamıza müsaade edildi.
Ailecek farklı duygular yaşadığımız ve farklı tecrübeler kazandığımız bir karantina süreci işte böyle geride kaldı. Sıcak yuvamıza vasıl olurken şükredeceğimiz nimetler bahşeden Rabbimizi hatırladık.
Saadiyye Eryılmaz
Yorum Bırakın / Leave a Comment