Taşların sırayla dizilişi, hayatınızdaki dağınıklıklarla dalga geçiyor gibidir. Bu fikri hemen bastırır, geçiştirir Arnavut kaldırımlarda yürümenin tadını çıkarmaya başlarsınız. Başınızı her kaldırdığınızda, tarihin yükünü omuzlamış ahşap bir konak görebilirsiniz. İçerisindeki hikâyeyi merak edersiniz.
Şimdiki zamanda; tahtalarını kimlerin adımları gıcırdatıyor bilmek istersiniz. Her birinin yanından isteksizce geçersiniz. Bahçelerinde geçmişe kol kanat geren ağaçlar nelere şahittir kim bilir? Kaç yaşındadır? Gölgelerinde kimler serinlemiştir?
Yokuşu tırmandıkça arkanızda manzara daha da belirginleşmiştir. Dönüp de baktığınızda, denizin laciverte çalan mavisine hayran olursunuz. Olduğunuz konuma göre boğazın manzarası değişir. Benim gibi Salacak’tan yukarı doğru çıkıyorsanız, arkanızda Kız Kulesi size el sallıyordur. “Bize de bekleriz bir gün” diye nazlanan ise uzakta kalmış Topkapı Sarayı’dır. Karşı kıyıda Gülhane’nin gülleri, bir o yana, bir bu yana oynaşmaktadır. Utangaç bir kız gibi saklanan minarelerini görürsünüz Ayasofya’nın.
Bir vapur düdüğü geri getirir sizi Salacak’a. Ayazma’nın bahçelerinde gezinme imkânınız yoktur artık. Atik Sultan Sarayı’ndan bir prenses, size peçesinin gerisinden nazar etmiyordur. Şerefabad Sahil Sarayı’nın avlusunda şehzadelerin kılıçları şakırdamayalı çok olmuştur. Her yer binadır çünkü. Buna rağmen karşılaştığınız insanlarda asil bir edaya rastlarsınız. Mekânın aurası onlara bir gizem kazandırmıştır. İlginç bir cazibeye kapılırsınız, Üsküdar’ın sokaklarında. Eski Daar; yani evvelden de diyarımız olan bir beldedir burası. Fetihten 100 yıl kadar önce İslam şehri olmakla şereflenmiştir. İstanbul’dan çok önce diyarımız olmuştur. Kâtipleri, şemsiyeli, çekingen, işlemeli çarşaflarıyla, İstanbul hanımları, sandala yetişmeye çalışan, fesini püskülünden zor yakalamış, koşuşan saray muhasipleri hayal dünyanızı süslemektedir.
Namaza çağrıldığınız vakitte iseniz, kendinize bir camii bulmanız hiç de zor değildir. Harem sırtları boğazın gerdanıdır. Ve bu naif boynu süsleyen birçok mücevher vardır. Ecdadımız bu güne kadar süren sadaka-i cariyeler serpiştirmişlerdir ardına. Bir keresinde ben kendimi Ayazma Camii’nin girişinde buldum. Çok sevdiğim ama çok iyi bilmediğim Üsküdar’ın sokaklarında keşfe çıktığımda her zaman başka bir sürprizle karşılaşırım. Bazen bir camiye rastlarım, bazen bir camii bana rastlar. Hepsi Allah’ın güzel bir lütfudur. Tüm sevdiklerimle paylaşmayı, daha ayrılmadan bir daha gelmeyi isterim nedense.
Bir camiye girdiğimde önce yazılan kitabeleri okumaya çalışırım. Girişte “İnne’s-salâte kânet ale’l-mü’minîne kitâben mevkûtâ” (Şüphe yok ki namaz, müminler için vakitleri belirlenmiş farz bir ibadettir.) Nisâ, 4:103 âyet-i kerîmesi yazıyor. Mihrabın üstünde ise “Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrâb” (Zekeriyya Meryem’in bulunduğu mihrâba her girdiğinde..) Âli İmrân, 3:37 âyet-i kerîmesi var.
Cami, Osmanlı yapısının ağır bastığı fakat Batı mimarisinden de izlerin bulunduğu barok tarzında. Tek minareli ve tek kubbeli. Selimpaşa ve Salacak arasında, Kız Kulesi’nin karşısında Marmara’da sivrilen bir tepe üzerinde. Geniş avlusunun içinde mermer oymalı bir çeşme var. Sol tarafında yapıya bitişik hünkâr köşkü yer alıyor. Sokak yönünde taş konsollar tarafından desteklenen mekân, sütunlar tarafından taşınan ve iki katlı olan bir galeriyle caminin hünkâr mahfiline bağlanıyor. Caminin içinde bulunan hünkâr mahfili de sütunlar üzerinde taşınmış. Altın yaldızlı süslemeler göze çarpıyor.
Minber, vaaz kürsüsü ve mihrapta çeşitli renkli taşların zarif birleşmesiyle meydana getirilmiş zengin bir süsleme dikkatleri çekiyor. Önceleri Ayazma Camii’nin müştemilatından olan sıbyan mektebi, hamam ve muvakkıthane varmış fakat yıkılmış. Cami yakınında inşa edilen vakıf dükkânlarından ise sadece bazı izler kalmış. Caminin duvarlarında küçük konsol çıkmaları üzerinde duran, Türk köşkünün minyatür modeli biçimindeki kuş evleri görülmekte. Caminin haziresinde ise saraya mensup birçok kimsenin mezarı bulunmakta.
Tarihi 1760’lı yıllara dayanıyor. Üçüncü Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman’ın adlarına Mimar Mehmet Tahir Ağa’ya yaptırılmış. Yaptığım bazı araştırmalara göre; 20 penceresi olan merkez kubbe dört fil ayağına dayanmaktadır. Tabanı mermerlerle döşenmiştir. 86 adet penceresi vardır. Minberi oymalı renkli mermerden, mihrabın içi kırmızı somakidendir. Binanın doğusundaki hünkâr mahfilinin duvarlarında İtalyan çinileri yer almıştır. Cami içinde Hattat Seyyid Abdullah ve Hattat Seyyid Mustafa’nın yazıları vardır. Haziresinde birçok mezar bulunmaktadır. Sol köşedeki çeşme Şair Zihni’nin kitabesi ile süslüdür.
Camiye gelir getirmesi için bir hamam ve birçok dükkân yaptırılmıştır. Ayrıca cami, hamam ve avluya bitişik nizamda olan çeşmeye bugünkü Bulgurlu semtinden su getirtilmiştir. Birkaç kez tamir gören caminin yıldırım düşmesi nedeniyle yıkılan minaresi de iki defa yenilenmiştir. Yapı son yıllarda bir tadilat daha geçirerek sağlam bir halde günümüze ulaşmıştır. Caminin bulunduğu yerde daha önce Ayazma Sarayı ve bahçesi olduğundan bu ismi almıştır. Minaresi tek şerefeli merkezi kubbeli, kubbe de dört taşıyıcı payandaya oturtulmuş ve tabanı mermerlerle döşenmiştir. Güney cephesinde Üçüncü Mustafa Türbesi’nde olduğu gibi bir kuş evi dikkat çeker. Ayazma Camii’nin müştemilatı içinde bulunan hamam ve muvakkıthane ise günümüze ulaşamamıştır. Sıbyan mektebi ise yıkılıp yerine yeni bir bina yapılmıştır. Kaybettiklerimize üzülmektense başka duygular ağır bastı bu sefer bende.
Görülmeye değer bir selâtin cami. İnsan üç yüz sene önce yapılmış bir hayratın içinde namazını eda ederken “Ben ne bırakıyorum arkamda?” diye düşünmeden edemiyor. Baki kalmak ancak böyle mümkün. Belki camiyi yaptıranlar yüzyıllar sürecek bir sevabı hesap etmemişlerdi. Belki kabirlerine gelen her müjdeyle şükrediyorlar Rablerine. Üsküdar’da bir alın secdeye varıyor. Öbür âlemde emeği geçenlerin dereceleri yükseliyor. Allah ne kadar merhametli. Hamdolsun Âlemlerin Rabbine…
NOT: “Ayazma”nın kelime anlamı; Hıristiyanlarca kutsal sayılan su. Bahsedilen Ayazma Sarayı çok eski dönemlere ait bir Rum sarayı. Şimdilerde bir apartmanın bodrumu ve kömürlük olarak kullanılıyormuş.
16 EKİM 2009- Betül Şatır
[bdp_ticker ticker_title=”Son Yazılar” theme_color=”#dd9933″ font_color=”#4c4f56″]
Yorum Bırakın / Leave a Comment