“Can ellerinden gelmişem, fâni mekânı neylerem.”
“Milk-i Bekâ'dan gelmişem, Fani cihanı neylerem.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Yunus Emre’nin şiirlerinden bu iki ayrı mısra. Her ikisi de gönül gözleri açık, insanı, dünyayı okuyabilen, taa gerilerden bugünlere mihmandar olabilen, iki büyük isim. Biri “can elleri” diye ifade etmiş geldikleri diyarı, diğeri “ölümsüz mülk”. Onların dillerinden dökülüp, mısralarında okunan, kendi şahıslarında Hz. Adem’den bu yana insanın yolculuğu.
Bu yolculuğun izleri ruhunun derinliklerinde miras kalmış Hz Adem, Havva neslinin.
Ardında bıraktığı cennet, geldiği yer fani dünya olan insanın, hedefinde yolun sonunda, geldiği yere dönme, hasrete kavuşma ümidi ve çabası var.
Cennet, örtmek, gizlemek anlamına gelen ‘cenn’ kökünden türemiş bir isim. Sözlük anlamı bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe veya bostan demek.
Cennet, bu imtihan dünyasının sakinlerinin, rızasını kazanmak üzere çalıştığı, Rablerinin, hak eden kullarına mükâfat olarak vadettiği ebedi huzur ve mutluluk ülkesinin adı.
Katmanları, tabakaları, dereceleri, mertebeleri var. Ayrı, ayrı isim ve özelliklerle anılan. Tıpkı bir ülkenin şehirleri, şehirlerin semtleri, mahalleleri gibi.
Olanca konfor ve ışıltılarıyla mücevherlerden evleri, kapıları ve kapılarında bekçileri var, insanın kısıtlı muhayyilesinde canlandırmakta zorluk çektiği.
Efendimizin (SAS) ihtiyar sahabi hanıma latife ettiği gibi, cennete yaşlılar girmezler. Çünkü cennet ehlinin hepsi 33 yaşında birer gençtir ve cenneti kazanmış “temiz hanımlar” cennet hurilerinden güzel ve üstündür.
Bu ebedi, sakinlerinin gönlünden geçen herhangi bir nimete, aklından geçer geçmez sahip olacağı alemde sonsuz, sınırsız nimetlerin yanında sürekli sağlık, barış ve huzur hakim. Korku, üzüntü ve keder yok. Süfli huylar yok. Haset yok. Kıskançlık yok.
Cennet nimetlerinin en büyüğü, cennet ehlini en sevindirecek olanı Rablerinin rızası ve hoşnutluğu. En çok istedikleri Rablerinin rızasını kazanmış olarak Cemalullahı seyretmek…
Okur, bilir ve inanırız ki Cennet halen vardır, yaratılmış ve takva sahibi kullar için hazırlanmıştır. Cennet, cehennem ve ahiret hayatı sadece ruhlar âleminde değil; ruh ve bedenin birlikte yaşayacağı gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, bu dünyadakiler ile sadece isim benzerliği olan nimetler ile bezenmiş gerçek bir alemdir.
Dünya’ya gelince, Dünya kelimesinin kökeni “dünüvv” kelimesidir. Kısaca “aşağı ve yakın olmak” anlamına gelen kelimenin müennes şeklidir. Efendimizin (SAS) bildirdiğine göre de, Rabbimizin katında sinek kanadı kadar değeri yoktur.
İnsan için, ahiretin köprüsü, onu ahirete taşıyan bineği, ektiğini biçeceği bir tarla, ahireti kazanmak için çalışma yeri, bir vasıta ve fırsattır.
Dünya, evinden kısa bir süreliğine ayrılmış, bir seyahate çıkmış insanın, tabiri caiz ise eve dönüş biletini davranışları ile kazanmak için bulunduğu yerdir.
Bütün varlık onun için yaratılmıştır, sahiplenmeden emanet olarak görüp, yararlanmak vazifesidir.
Dünya gurbeti diye anılır. Sürgün der bazıları. “Uzatma dünya sürgünümü” diye yakarır şair.
Bilinç altında, ruhunun derinliklerinde, Hz Adem’den miras geldiği yerin hatıralarını taşır fark etmeden. Bu hatıralarla eşleşen ne varsa, onu arar, özler, hayran olur, sever.
Yeryüzünde, Kabil’ in Habil’ i öldürmesi ile başlayan dünyevileşme sürecinde, bulunduğu anda sıkışmış, cenneti arar…
Nostalji derler adına.
Cennete giden yol insan nefsine zor gelen şeylerle, cehennem ise aksine nefsi okşayan, kolay gelen şeylerle döşenmiştir. Bu sebeple cennete dönüş kazanmak, içindeki kötülüğü emreden ile çokça mücadele ve emek gerektirir.
Aksi takdirde defterini kendince güzel davranışlarla doldurduğunu düşünerek cennette üst derecelere talip olan, elleri bomboş cehennem çukurlarında buluverir kendini. Müflis diye anlatır Efendimiz (ASA) onun halini. Dünyayı cenneti haline getirip cehennemi boylar.
Allah’tan korkup sakınan Cennet talipleri, Rablerinin Yunus suresinde buyurduğu gibi;
“Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”
Ebedi yurda gitmeden, daha dünyadayken güzel ahlak ile bezenip, Rabbini anarak ile kalbi huzur ve tatmin ile yaşar.
Çünkü insan gönlü ancak yaratanını zikr ettiği zaman mutmaindir. Yaratan Rabbini anmak, sadece dil ile tekrarlamak ile değil, ondan başkasını gönülden silmek ile olur.
Belki de bu sebepten hadis-i şeriflerde yeryüzünde cennet bahçesi olarak bildirilen yerlerden biri de zikir meclisleridir.
Lügatte zikir; unutmanın zıddı olup bir şeyi zihninde tutmak, hatırlamak, ezberlemek, unuttuktan sonra hatırlamak, anmak, yâd etmek, bir şeyi hatıra getirmek, telaffuz etmek, namaz, öğüt, dua ve niyaz gibi anlamlara gelir.
Gönül hatırlar, dil anar. Gönlün hatırasında tuttuğu, diline pelesenk olur. Her söylediği O’nu anlatır. Gönül ayrı, dil ayrı zikreder. Derler ki,
Dilden dökülen ele verir sahibini, dinleyen oradan anlar karşısındaki gönül ne ile dolu.
Ve o gönül bir ayna gibi dinleyeni de anlatır.
Bu gönlü, dili bir olanlar, Rablerinin rızası için bir araya geldiğinde, o cennet bahçesine melekler bile müştak olur.
Yeryüzünde cenneti yaşamak ve yolun sonunda kazanıp, kavuşanlardan olmak, geldiği yeri hasret ile bu dünyada arayarak değil, Kalû Bela’da verilen sözü hatırlamak ve bu “cennet bahçelerine” dahil olmak ile mümkün olur.
Hamiş:
(Hadis-i şerifler, yeryüzünde, cennet bahçeleri olarak Efendimizin (SAS) kabri ve minberi arası, Peygamber SAS efendimizin sahabelerine cennet bahçelerinden istifade edin buyurduğu, meleklerin müştak olduğu zikir, ilim meclislerini ve mescitleri bildirir.
Kaynağı cennet olan nehirlerin isimleri Fırat, Nil, Seyhan ve Ceyhan’ dır.
Hepimizin bildiği Beytullah’ daki Hacer-i Esved taşı da, dünyadaki cennet parçalarındandır.)
Hümeyra Coşan Uyarel
Hamiş nedir ?
Türk Dil Kurumundaki tanıma göre; “Yazının altına düşülen ek bilgi, çıkma, not.”